Bitkilerin tıbbi amaçlı kullanımı bugünlerde popülerleşmiş görünse de aslında geçmişin biricik tedavi kaynağı bitkilerdi. Hipokrat’ın ilk reçetesinin bitkilerden oluşturulduğu gibi. Teknoloji gelişip, zaman ilerliyormuş gibi görünse de gezenimizdeki insan-hayvan-bitki çemberinin kadim bilgeliği geçmişte varolduğu gibi gelecekte de varolacaktır.
St.John Worth, Hypericum ya da Türkçe’de bildiğimiz adıyla kantaron yağı, yüzyıllar öncesinden beri yara bakım başta olmak üzere çeşitli tedavi amaçları için kullanılmıştır.
Antidepresan özelliği ile geçmişten günümüze kuru ya da taze çiçekleri demleme usulü içilirken, Ortaçağda askerlerin kanayan yaralarına bastıkları bir yatıştırıcı bitkiydi aynı zamanda.
Kullanımını kolaylaştırmak amacıyla kantaron çiçeklerini yağa basıp kullanmak daha sonraki yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Mayıs sonunda başlayıp genellikle temmuz sonlarına kadar Anadolu coğrafyasında baş gösteren çiçekler, toplanarak bir gün kadar özsuyunun çekilmesinin beklenmesinin ardından kavanozlara doldurulup, üstüne eklenen zeytinyağının içinde gölgelik bir yerde en az 40 gün bekletilir. Genellikle güneşin dik açıyla vurduğu zamanların dışında bekletilerek, kantaron çiçeklerinin yara iyileştirici etkisinin yağın içine geçmesi amaçladır.
Vaka analizlerinde, kantaronun yatak yaraları dahil olmak üzere, pek çok kesik, sıyrık, yanık, tahriş, pişik ve hatta romatizma ile eklem ağrılarına iyi geldiğinin kayıtları bulunmaktadır.
Kantaron yağındaki önemli hususlar, kantaron çiçeklerinin taze, zeytinyağının ise yüksek polifenol değerinde olmasıdır. Neticede vücudu iyileştirmesi beklenen yağın iyileştirici gücü ne kadar çoksa, kantaron yağı da o kadar etkili olacaktır.
Evinizin bir köşesinde mutlaka olması gereken bu kıymetli yağı, çocuklarınızın doğumdan sonraki pişik ve kızarıkları da dahil olmak üzere birçok durumda şifalı bir dost olarak düşünebilirsiniz.